Uyumsuz Mektuplar- 76078610.Mektup

-Masal Görünümlü Amibal Karşıtlık-

"Cennet Bahçesindeki Kara Salkım’a.."

Zaman: Duman. Yayıldıkça azalır etkisi.
Zaman: Bir aksak ritim.
Kendi yarasına bürünmüş akçaağaçlardan,
On yedi kokulu cennet bahçesi.

Hani söylemişti bilge: "gidecek olursan, zamanı yanına al. Tek lanetin yaşlanmak olsun. Zamanı götür beraberinde, sen yokken gerekmez."

Sabır, zamana itaat. Peki, taşacak deli sel, bir iç savaşın orta yerinde
-hem de yapayalnız- kime sormalı isyan etmeyi? Kapıları tastamam kapalı bir cennet bahçesinin sarhoşluk verici kokularıyla kendinden geçen o yaşanmışlık, bir üçüncü ihtimal yoktur ki ya içeridedir ya dışarıda.

Çıplak ayakla yürünen dikenli bir yolun ardıydı. Bir garip düş. Köz halde yanan taşlardan dizili çemberin içinde, çökmüş ağlıyordu kara salkım. Çaresizlikle, bitmişçe, kabarıp taşan çocukluğunu yeniden üretip ilan ederek; gönlünce, sümüğünce, hıçkırasıya ve kıyasıya ağlıyordu. Yaraları öyle derinde ve öyle derindi ki, kendisi bile bir kerede gösteremezdi yerlerini. Hem sığ olsa ne, yalnızca kendi bildiği bir dilde ağlıyordu. Ayaklar Çıplak. Yollar dikenli. Yüzü hiç seçilememiş, sadece varlığı -düş bu- bilinen o gardiyan mı desem, rehber mi desem toz olup gitmiş az önce. Kara salkımı bana emanet ederek. Giderken de "Firavun'un Musa'sı Tih Çölü'nde öldü. Yanmak istemezsen, Nemrut'un İbrahim'i ol." diyerek.

Sanki anlamadım, cayır cayır yanmayı göze alamayacak birini oraya çekeleyip getirmeyeceğini. Ben ne Firavun'un Musa'sıyım ne de Nemrut'un İbrahim'i;
bu cennet bahçelerinin en güzelinde, kara salkımın tılsımı olmaya geldim.
O kara salkım ki, kırk sekiz kere tövbeli.

Düş dedim ya, düşmeye gör, düş görmeye gör bir kere; yüreğinin içi öyle tufan olur ki bazen, sağ taraftaki bir acı mesela; anırarak sol tarafa geçer. Kök salması ve yeniden kırışabilmesi için yeni bir acıymış gibi yaşamak gerekir. Zor olan da budur. Cennet bahçesine varıncaya dek yollar hep dikenli ve sivri taşlardan, tabanları kan içinde kalmış yaralı aslan: çağırmasa kara salkım, neden kükresindi bir yabancı rüyada?

Hem de o yolun sonunda cayır cayır yanmak ihtimali varken ve bunu bilirken?
Kim feda edebilirdi tüm uykularını, kara salkım ferah ve serin uyusun diye?
Üstelik döktüğü gözyaşlarını yastık edip kendine.

Öyle nefesler ki böyle düşlerde alınan, ciğerine çektiğinde içeride yapışıp kalır. Can havliyle üfler, üfledikçe yanarsın. Hiçbir dahlin yokken, belki bir Ekim gecesi, çocuk gibi ağlayıp seni çağıran kara salkım için, tabanlarından kanarsın.


Böyleyken bir masal, şimdi diyelim.
Eylediler diyelim.
Söylediler diyelim.
Bir kara salkım, diyelim ki masal etmiş olsun olmaz olanı. Olmaz olan, olmaz olsun.
Masaldır; varsın olan olsun. Olmuş zaten, olmuş ki olmuş: bir turna kuşu endamı ‘âlişan’, dertli sesiyle bu masalı türkü gibi çığırmış:


               vay günüme vay günüme
               günüme düşen yoluma,
               yolumda çıkan önüme,
               ardıma kalan baht ola              

dergâhi aşkı hak bilir
               aşka kalbi bunca erir
               yangına candan od verir
              gönlüne akan yâr ola.

Sonra beyaz bir at olmuş masal, geçmiş zamanın derelerini. Gelip önümüzde durmuş. Yine de alıp gitmesin diye olan biteni, “dök!” demiş tüm akçaağaçlar; dök! Ağla gönlünü, ondan geçene ağla.
yangınlar söner, sular çekilir, diner fırtına;
görek şahım,
iki cihan tutuşsun da;
sen yıkılma.

İklimi önceden kestirilemeyen bir diyardı, sadece mevsimi belli.
Öyle ki yaşamak gerekti evvel,
anlamak için iklimi.
Mevsim, kavuşmak isterken yanlışlıkla çarpışılan bir yassı diyar,
şen olsun gönlün, gocunma
Çarpışmak kadar ıskalamak var.
Durdu akçaağaçlar: Sen demezsen biz hışırdarız.
Bizler bu cennet bahçesinde
Hem türbedar, hem mühürdarız.
Sen kara salkım dersin, bilmez;
Sen düşlerinde düşersin:
biz ayağa kalkarız.
Şimdi birlikte kalkıp anlatıyoruz. “Deme” eksikse, topaldır sevda. Ama keşke ayakları aksasa.

Böyle deyip, sıra sıra akçaağaçların
Sondan yedincisi geldi dile. Sadece kara salkımın ağladığı dilde, aynı gönülden gibi ünledi:

Bak kara salkım! Ey kara salkım!  Her tanesi köskömür incilerden gülüşü surette ikindi rüzgarı, gelişi yürekte bahar bayramı, yangın bahçesinin orta yerinde durmuş ağlayan kara salkım!
Seni her yerde aradım. Yürüdüğüm yollarda aradım. Oynadığım oyunlarda, gittiğim şehirlerde, başımı koyduğum yastıklarda, tanıştığım insanların yüzünde aradım. Her taşın altına baktım. Hep aradım. Bir yerlerde olduğundan ve günün birinde seni bulacağımdan öyle emin, öyle kesin aradım.  Biliyor musun, seni buldum zannıyla duvarlarımı  devirecek olduğumda benim canımı ne kadar çok yaktılar? Nasıl yaralar açtılar biliyor musun? Günün birinde seni bulacağımdan öyle emindim ki, ruhumun apoletleri gibi kanar halde taşıdım o yaraları, "uf" olanı sana gösterebilmek için. Seni çok aradım. Seni hep aradım. Hep. Çok.
Sen beni çağırana kadar, aklın ucundan geçer miydi bir kara salkımın içinde gizli bir 'yafur' olduğun?
Kim olduğunun ne önemi vardı ki zaten, ne yaptığının; nerede durduğunun,
yahut o ışıl ışıl çiçeklerinin altında gizli dallarının hangisinin, ne kadar yamrı yumru olduğunun?

Dur dedim akçaağaçların sondan yedincisine. Düş mü bu, yoksa düştüm mü bir hayalin peşine?
Yok dedi akçaağaç. Burası kara salkımın cennet bahçesidir. Ortası gürül gürül yanar, yüreğidir. Söyle ki, kalmasın sende. Öyle ki sana yük olmasın bu yangın. Gerekirse ruhunu ikiye böl, Lakin en güzeli; taksit taksit yaşayacağına, tek kerede öl.
İklimi anladığında geç olmayacak, yanmadığın bir yangının acısı sana dokunmaz. Söyle. Ben sustum, o gazaplandı: -söyle! Ben sustum, o gazaplandı, -söyle!
ben sustum..
Madem öyle:
Ey kara salkım!
Yüzüne dokunabilmeyi çok istedim. Yüzünün çizgilerinde, zamanı serseri bir kumarbaz gibi harcayıp acılarını yüreğime tek tek; özenle, onları senden söküp alarak işlemeyi çok istedim. Belki başka yaramaz seraplar da oldu içimde; sen kara salkımı belinden kavrayıp nefesini içime çeke çeke, asırlarca öpmeye, gözlerine bakıp  "sen benim yazgımsın." demeye adaklar adadım. 

Bir masalın en orta başı
Bu yangın telaşı.
Ah kara salkım! Sırtın bana emanet,
Sen göğsüme yasla o başı.

Devam etti akçaağaçların sondan yedincisi:
Hepimiz topumuz 10 kadarız.
Ben, 10’dan yedincisi.
İşte şimdi azad oldu istencin.
Söylemezsen bilelim
Düşersen kaldıralım.
Sitem etme ey şahım,
Çarpışmak kadar
Iskalamak var…

 


Kongo Yarı Zamanlı Tanrısı,
Kongo'lu Kahin,
Kadın Satıcısı,
Çaycı,
Ceddi dedesi,
Nesli babası,
Alt Soyu Teyzesi,
İdiotis Retardos Oğlu
Kompulsifis Travmatikos Oğlu
Obsesifos Bipolarus.

El-Muzaffer Bazen.






Bu blogdaki popüler yayınlar