KARAKTERSİZ OYUN- UYUMSUZ MECLİSLER

 



Uyumsuz Meclisler

‘dilsiz şeyhin
kör cemaate: kabartmalı gece vaazları’

Birinci Meclis: Birinci Parsel

Birindinin bir sırtın biliriz.
Öyleyse haktır;


ikindiye adarız:

D:

Alaylı mey meclisinde
Bir perişân derviş olduk.
Çektik şarabı hep meyi
Gönlümüzce dut olduk


Geçtik zaman çayırın
Gördük çukurun bayırın
Koşup düşüp tutunduk
Bir hırpâni at olduk.

Kanat olduk pek olduk
Yanıt olduk tek olduk:
Barışır dedik sonsuzla kıyamet,
Bir sınandı: göt olduk.



-Hoş geldiniz.
-Hoş buldum, Doktor Bey.
-Doktor değil, terapist. Tekrar hoş geldiniz.
-Bir kere daha hoş buldum Terapist Bey. Hoş bulmak ne kadar güzel, bir kere daha bulabilir miyim?
-Tabii ki.
-Lakin bunun için, yeniden hoş gelmem lazım.
-Yeniden hoş geldiniz.
-Oh, bir kere daha hoş buldum. Dejavu oldum.
-Nasılsınız?
-Sorunlu. Siz?
-Tam anlayamadım?
-Bir ricam var.
-Buyurun?
-L
ütfen bana sen deyin. İnsanlarla aramda mesafe olmasını sevmiyorum.
-Hay hay, zevkle. Ama sen de bana "sen" dersen.
-Demek sen de insanlarla aranda mesafe olmasını sevmiyorsun.
-Elbette, ben de b
öylesini tercih ederim.
-Bir ricam daha olacak.
-Nedir?
-L
ütfen sana "siz" de.
-Bana "biz" mi diyeyim? Anlamadım, neden?
-İnsanların kendileriyle aralarına mesafe koymaları her zaman daha iyidir.
(tik-tak)
-Bak şimdi, az
önce ne dedin?
-Ne dedim?
-"Elbette, ben de b
öylesini tercih ederim." Demedin mi?
-Evet?
-Hah. Oradaki "Ben’i biz yap şimdi?
-Biz de b
öylesini..
-Dur! Bunu s
öylerken, tam söylerken arkana yaslan.
-Biz de zaten b
öylesini tercih ederiz.
-G
ördün mü bak? Ne kadar da soylu bir ifade kattı. İnsan kendisiyle arasına mesafe koyduğunda asaleti katlanır.
-Anlıyorum.
(tik-tak)

-Neden tedirginsin doktor?
-Doktor değilim dedim ya?
-Ben de doktor değilim ama bu beni tedirgin etmiyor?
-Tedirgin değilim, sana
öyle gelmiş. Başlayalım mı?
-Olur.
ncelikle ben bu sohbet boyunca ne seninle ne de kendimle aramda mesafe olsun istemiyorum. Senin de benimle ve kendinle aranda mesafe olmasın. Ne dersin?
-Pekâlâ, benim i
çin uygundur.
-Harika. S
öyle bakalım, seni buraya getiren nedir?
-Bir otobüs!

(tik-tak)

-Şikayetini kastetmiştim.
-Kendimle arama mesafe koyamıyorum.
-Peki, sence bunun nesi k
ötü?
-Hayatımı k
ötü etkilediğini düşünüyorum. Bazı şeyler çok yorucu şekilde art arda dizilebiliyor. Geldiğim üçüncü yer burası ve kimse bir süre sonra benimle devam etmek istemedi.
Neden devam etmek istemediler?
-Onlarla arama mesafe koyamadım.
-Anlıyorum. Her şeyi çözeceğiz, bana güven. Şimdi dediklerimi aynen yapacaksın tamam?
-
Tamam.
-
Gözlerini sıkıca yum ama sıkma. Şimdi her şeyin gevşediğini ve bütün vücudunun gevşediğini hisset. Acelemiz yok. Derin nefes al, şimdi ver. Ağızdan. Evet. Uykuya dalacak ve sorularıma cevap vereceksin.
-Ama ya uykuda istemediğim bir şey olursa?
-Ne gibi?
-Nereden bileyim insan uyku sırasında mesela, hatta uykuya geçiş evresinde bile bazen, bazı kaslarını kontrol edemeyebilir?
-Nasıl yani, hangi kasları mesela?
-Mesela, anüs.
-O ne demek lan öyle?
-Yani sayın hocam, diyorum ki, uyku öncesi veya esnasında ya zort diye..
-O senden çok benim istemediğim bir şey olur kardeşim. Katlanırız ne yapalım. Hadi kapat gözlerini.
-Ya sıçarsam?
-Bu ikimizin de istemediği bir durum olur.
-Eyvah, ne yapacağız peki?
-Yapılacak şey çok basit. Sıçmayacaksın.
-İyi de bu benim elimden gelse endişelenmem ki.
-Kardeşim! Aklına getirme böyle şeyler. Gevşe de bilincinin şeyine gireyim.
-Altına değil mi?
-Altına evet. Vaktimiz az. Bir an önce yavşa hadi.
-Yavşayayım mı
-Aman, gevşe işte. Kapat gözlerini. Gördüğün karanlığa odaklan. Sessizce, derin ve yavaşça nefes al. İşte böyle, güzel…

(nefes)

Ruhun hariç her şeyini bırakıp özgürce yürüdüğün bir yoldasın. Etrafında yalnızca karanlık var. Özüne dön. Şimdi, öyle bir yer ki orası; ne kadar yalın, ne kadar yalnızsan, o kadar güçlüsün. Fırtınalar, boranlar, seller, yıkımlar.. Etrafında ne olursa olsun, sen en son noktaya doğru devam et. Beraberce bir köprüyü geçeceğiz şimdi, ondan sonrası sana ait. Ne görürsen anlatacaksın. Etrafına dikkatlice bak. Haydi.
-Kocaman bir ağaç var.
-Güzel. Nasıl Bir ağaç?
-Dev gövdeli.
-O ağaca yaklaşsana.
-Yaklaştım.
-Anlat.
-Bir kere traktör lastikleri yağlanmalı.
-Ne dedin?
-Traktör lastikleri diyorum, yağlanmalı. Ağacın gövdesine bu kazınmış.
-Neden?
-Çünkü eski pirinç kapı tokmakları fakirlerin götüne girsin.
-Fakirlerin götüne mi girsin? Böyle mi yazıyor?
-Evet, bütün ek vergiler bir kişinin iki kulağı arasında, böyle memleket olur mu?
-Ağacın gövdesinde bunlar mı yazıyor?
-Evet
-Sen ilerle bakalım ilerle, daha neler göreceğiz, Allah yardımcım olsun.
-İlerliyorum.
-Evet ne görüyorsun etrafında?
-Ağacın mı, kendimin mi?
-Sen şu an ağacın orada mısın?
-Tam ilerlemeye başladım işte.
-Oralara bak bakalım.
-Arkası dönük biri var.
-Hah. Ona doğru git işte.
-Tamam.
-Anlat bana. Ne yapıyor bu adam?
-Oturuyor. Çağdaş kurmuş.
-Bağdaş olmasın?
-Bağdaş olmasın?
 (tik-tak)
-
Ne dedi ne dedi?
-Bağdaşmış.
-Ben dedim sana.
-Benimle bağdaşmış.
-Doğrudur. Alt kimliğin o senin. Nasıl biri?
-
Uzun saçları ve sakalları var. Bir kolunda fular, diğerinde dövme. Ama benim burnum böyle değil ya.
-Onu geç, o manada seninle bağdaş, sakın kopma. Ne dövmesi bu, nasıl bir şey?
-
Kendimi yargılamakla ne uğraşacağım amına ko… Sonrası sığmamış galiba aşağı tarafa doğru geçiyor.
-Tamam bırak onu, adını sor ona.
-Kendi adımı niye sorayım ya?
-Kendi adını değil, ulan salak. O senin alt bilincinde paydaş kurmuş bir adam, senin ürünün yani.
-Bağdaş olmasın?
-Olur, bağdaş da olur. Sor ona adını, işini, kim olduğunu.
(tik-tak)

-Obsesifos Bipolarus.
-Adı bu mu?
-Evet.
-Ne iş yapıyormuş?
-Yarı zamanlı olarak çalışıyormuş.
-Nerede? İşi neymiş?
-Kongo tanrısıymış ama sigortası full yatıyormuş.
-Kongo Tanrısı?
-Her zaman değil. Part time.
-Ona sormak istediğin bir soru var mı?
-Var.
-Sor.
(yum)

İkinci Meclis: Birinci Parsel
‘Ölen, ölünen, kalan
Fark: ben ve zaman..’


-Kim benim?
-Dikkatsizsin. Ama önemsiz değilsin. Dikkatli olursan önemli kalırsın. Ben senin karşıt maddenim. Bir gün bir yerde denk gelme ihtimalimiz yok. Yine de olur a, gelirsek yazılan her şey, yaşanan her şey, konuşulan, görülen her şey yok olacak. Yaşanıp da mı kaybolmuş olacak, yoksa onlar hiç mi yaşanmamış olacak, işte bunu bilemiyorum.
-Karşıt maddem mi?
-Evet.
-O ne demek?
-Her maddenin ters ikizi vardır kainatta. Ve bir madde, sonsuz boşlukta yüzen ters ikiziyle denk gelir de çarpışırsa; kendisi de, ters ikizi de yok olur. Bundan bahsediyorum.
-Çok talihsiz bir durum olurdu bu.
-Evet, piyangodan para çıkmaz ama bakarsın bu çarpışma olur.
-Şimdi sen benim alt bilincim misin, karşıt maddem misin?
-Her ikisi de.
-Ya çarpışırsak? Ben yok olmak istemiyorum Obsesifos.
-Korkma. Belki de denk geldik. seninle çarpıştık ve her çarpışmada olduğu gibi biz çarpışanlar kaybettik. Sana söylemediğim pek çok laf var. Onları söylemediğimi nereden biliyorsun?  Belki de birbirimize teğet geçerken sana söylediklerimdi dokunan, o lafların aslında hiç söylenmediği kısmına senin?
-Böyle olsaydı bile bir iz kalırdı, bunu hissederdim.
-Zor bir denklem. Benimle aranda mesafe mi olsun istiyorsun?
-Buna sen karar vereceksin. Ben pek bir şey çözemedim henüz. Sen daha farkındasın. Şimdi söyle: kim benim?
-Kim olduğuna neden bir anlam ve alt metin yüklemek istiyorsun? Bu neyi değiştirecek?
-Kim olduğumu bilirsem, eşyaya ve insana da anlam ve alt metin yükleyebilirim.
-Neden?
-Merak ediyorum?
-Hikayen sonlanmadan, kim olduğun netlik ve anlam kazanmaz ki. kim bilir, belki yaşadığı travmalar yüzünden ruhu sakatlanmış bir piçsin? Belki güzel bir çocukluk yaşadın ve aynı mutluluğu hatta daha fazlasını görmek istedin fakat hayat öyle değildi? Çocuk felci gibi. Ama ruhsal bir çocuk felci. Ruhunun bir yeri gelişmiyor işte, büyümüyor hiç. Ne fark edecek ki? Buna ne dersin?
-Piç sana benzer derim. Ağzına sıçtırtma Obsesifos.
-Burada sen, ben yok. Biz varız. Ben, senin ve benim iyiliğimiz için konuşuyorum.
-Bunu biliyorum. Senin ve benim için iyi olan şey, “bizim” için kötüdür.
-Yıkılırsa yenisini kurarsın, üzülme.
-Biliyor musun, adın Obsesifos ama senin kadar gamsız olabilmeyi isterdim.
-Aramızda fark yok. Ben bilincinin altındaki “sen”im lakin tüm hayatı amuda kalkarak yaşayacak olursan, sen bilincimin altındaki “ben”sin.
-Tüm hayatı amuda kalkarak yaşayacak olursam, beni rahat bırakmazlar.
-Hastane?
-Evet yani, mesela hani.
(tik-tak)
-Sen amuda kalksan Obsesifos?
-O olmaz.
-Neden?
-Ben amuda kalkınca, dalağım vicdanıma baskı yapıyor. Mutsuz oluyorum.
-Tüh.
-Evet. Tüh.
-Peki neden burada çağdaş kurmuş oturuyorsun, evine gitsene?
-Bağdaş.
-Bağdaş, evet. Az önce doktorla da konuştuk bunu.
-Terapist.
-Terapist evet. Neden burada bağdaş kurmuş oturuyorsun?
-Meditasyon yapıyorum?
-İşe yarıyor mu?
-Ben beş vakit meditasyonumda biriyim. Beynin bir bahçe ve toprağın altı burası. Bu ağaç da benim bilincimin altı.
-Yani benim bilincimin altının altı?
-Evet. Sen de onun üstünün üstüsün.
-Ne ağacı peki bu?

-Zeytin.
-Hiç bu kadar büyük bir zeytin ağacı görmemiştim.
-Zaten sadece burada var.
-Yaprakları da farklı sanki.
-Dalları da öyle.
-Senin bu ağaçla alakan ne?
-Senin benimle alakan neyse, benim de bu ağaçla o.
-Öyleyse benim de bu ağaçla alakam, senin benimle ve bu ağaçla alakanla aynı?
-Doğru cevap.
-Beni çağırıyorlar. Yine geleceğim.
-Yine geleceksin.

 (yum)
 

Birinci Meclis: İkinci Parsel
‘konuştuğunu çalan ağzı bozuk kemancı’

-
Özür dilerim. Gerçekten özür dilerim. Terapi sırasında anüs kaslarımın gevşemesinden korktuğumu söylemiştim sana. Kızgın mısın?
-Neyse, unutalım lütfen.
-Unutabilecek misin?
-Eğer konu kapanırsa, evet.
-Yine kusmazsın değil mi, ortalık yere?
-Sesini keser misin?
-Tabii.
(tik-tak)

-Evet, neyse. İşimize bakalım. Sana neler söyledi, anlat bakalım.
-Ağzı çok bozuk biri. Bana piç dedi.
-Sana küfür mü etti yani?;
-Evet evet. Piç dedi bana.
-Onu kızdırdın mı?
-Yo, hayır ne münasebet. Ona yaklaştım, ben kimim dedim.
-Çok güzel bir soru sormuşsun. Buna cevaben sana piç mi dedi?
-Ona benzer bir şeyler işte.
-İlginç. Alıyorum notlarımı. Sen devam et. Ağacın üzerindeki yazıları sordun mu O’na?
-Soramadım ki küfür edince, çekindim.
-Anlıyorum.
-Şimdi ne olacak?
-Pes etmek yok. Belli ki ağaç, henüz sırası gelmemiş bir duraktı bizim için. Öncesinde çözmemiz gereken başka şeyler olabilir.
-Ne gibi?
-Göreceğiz. Şimdi sorduğum sorulara cevap vermeni istiyorum. Bu gördüğün kişi, neydi adı?
-Obsesifos Bipolarus.
-Evet, Obsesifos Bipolarus. Kongo’nun yarı zamanlı tanrısı. Onu daha önce gördün mü? Rüyana girdi mi mesela?
-Hayır, ilk defa görüyorum onu. Hem ben rüyalarımda çok başka şeyler görürüm.
-Demek öyle. Haydi, rüyalarından bahset bana biraz.
-Hangisinden?

-Bilmem? Belki de seni en çok etkileyenden. Ya da birden fazla kereler aynı rüyayı gördüğün oldu mu, ondan başlayabilirsin? Veya şöyle yapalım, dur. Sen bana en son gördüğün rüyayı anlatarak başla.

-Hamamdayım. Göbek taşının üzerinde uzanmış burnumu karıştırıyorken, karşı kurnada arkası dönük kişinin yüzüme dönmesiyle aslında uzun sarı saçları, iri dolgun göğüsleriyle taş gibi bir hatun olduğunu fark ediyorum. Hatun, üzerinden peştemalı yavaşça sıyırmaya başladığında ben de ona doğr..
-Hop!
--Efendim?
Bence sen son r
üyanı boş ver. Bak, nasıl yapalım biliyor musun, sondan bir önceki rüyanı anlat sen.
(tik-tak)
-Hamamdayım. G
öbek taşına uzanmış tellak bekliyorum. Az sonra uçları ıslak uzun siyah saçları göğüslerini örten bir hatun bir elinde tas, diğer elinde de tas ama bir elindeki tasta su, diğer elindeki tasta da üzüm olduğu halde içeri giriyor. Tasları bırakıp elini yavaşça vücuduma sürm..
-Kendini hamamda g
örmediğin bir rüya var mı?
-Var.
-O zaman onu anlat.
-Bir kamyon dinlenme tesisindeyim.
-Hah. Onu anlat işte.
-Uzun bir yol esnasında, sadece işin d
üşünce uğradığın türden yerler vardır hani. İşin düşünce de düşündüğünden çok derin bir dünya olduğunu anlarsın ya. Yol boyu ihtiyaç duyabileceğin şeyler satılır.
-Evet.
-İşte aslında onların hi
çbirine ihtiyaç filan duymazsın. Yol uzun ve ıssızdır, sen oraya girdiğinde kendini yalnız hissetmez ve o mekâna güvenirsin. Orada olan her şey, sorgulamadan ihtiyacın olduğunu düşündürür.
-Mesela?

-Mesela üzerine yakı yapılmış minik bebek beşikleri. Geride hangi cehennemdeysen, oranın yerel bir radyosu.
-Doğru. G
özümde canlandı. Öyle bir yerdeydin ve?
-Kamyonların park ettiği yerde hepsinden sorumlu bir kahya var. Bana g
ülerek bir tomar anahtar uzattı ve kamyonları bir daha "park et" dedi. İlk kamyona bindim, tam hareket edecektim ki, uzun siyah saçları göğüslerinin üzerine kadar düşen güzeller güzeli bir kız, farın ışığıyla belirdi.
-Sonra?
-Kıza bakarken kamyonu devirdim.
(tik-tak)
-R
üyalarında hep kamyon mu devirirsin? Sembolik ya da somut olarak fark etmez.
-Son zamanlarda b
öyle.
-Genele yayacak olursak peki?
-Kendimle arama mesafe koymaya
çalıştığım için olsa gerek; hep kendimle bir savaş halindeyim. Hep bir çatışma.
-R
üyalarını başkalarına anlattın mı? Benden önce gittiğin diğer iki zavallı hariç.
-Nasıl?
-İki terapiste daha gitmişsin ya hani, o iki terapist hari
ç dedim.
-Bunlardan ilki terapist değildi.
-
Öyle mi, neydi peki?
-Bir manav.
-Anlıyorum. Peki, onunla neden devam etmediniz? Ya da boşver, bu soruyu geç şimdi. Unut yani. Ben şimdi senden bir şey rica ediyorum.
-Elbette, ne olursa.
-Bak, demin bir ağaç gördün ve o ağacın orada oturmuş biriyle konuştun ya hani?
-Evet?
-Etrafımıza bakma şansımız olamadı pek. Malum, burada bir şeyler yaşandı.
-Evet.
-Şimdi senin bağırsakların, benim de midem bomboş olduğuna göre, o ağaca sırtını verip, arkanda neler var, ona bakalım mı?
-Olur.
-Güzel. Gözlerini kapat ve gevşemeye başla. Şimdi aynı köprünün üzerinden geçiyoruz birlikte. Köprü bittiğinde yeniden yalnız başına olacaksın. Elini bırakacağım ama buradayım, sakın korkma. Neler görüyorsun?
-Bir banka.
-Banka mı, ilginç. Çok ilginç. Kapısı açık mı?
-Evet.
-İçeri girmeye ne dersin?
(yum)

Birinci Meclis: İkinci Parsel
“Yüzüm ışığa yandı. Solgun bir halim vardı.
Nereden baksan yarım kalmıştı sevişmek."


-Hoş geldiniz, nasıl yardımcı olabilirim?
-Merhaba. Bir havale yapacaktım.
-Tabii, kime efendim?
-Allah’a.
-Anlamadım?
-Tüm yaşadıklarımın içinden affedemediklerimi, Allah’a havale edemez miyim?
-Üzgünüm, böyle bir şeyi yapamazsınız. Ancak bir şahıs için havale yapabilirsiniz.
-Peki, birini söylemek istiyorum, bakabilir misiniz?
-Elbette.
-Obsesifos Bipolarus.
-Ah, evet. Karşıdaki ağaçta oturan adam. Ona yaşadıklarınızın içinden affedemediklerinizi mi havale etmek istiyorsunuz?
-Sizden bir şey rica edebilir miyim?
-Nedir?
-Lütfen bana sen deyin.
-A, elbette. Ben genelde buraya gelen müşterilerimize siz diye hitap ettiğim için, eh buna da mecbur olduğum için öyle konuşuyorum tabii.
-Sizden bir ricam daha olacak.
-Buyurun?
-Lütfen kendinize siz deyin.
-Neden?
-İnsanın kendisiyle arasında mesafe olması iyidir de ondan.
-Kendimle samimi olmayayım mı?
-Kendinizle samimi olmayın demedim. Kendinizle mesafeli olun dedim.
-Anladım.
-Sizden bir şey daha rica edebilir miyim?
-Bu esrime sırasında 3 rica hakkın var. Eğer bir ricada daha bulunursan, hakkın dolmuş olur.
-Olsun, benim için önemli.
-Dinliyorum.
-Ben de size sen diyebilir miyim?
-Ah, bu muydu? Tabii ki de diyebilirsin. Haydi de.
-Sen.
-Harika. Şimdi, yaşadıklarının içinden affedemediklerini Obsesifos Bipolarus Bey’e havale ediyorum, onaylıyor musun?
-Onaylıyorum.
-İşlemini gerçekleştiriyorum. Alıcıya iletmek üzere bir notun var mı?
-Aslında var ama sığar mı? Karakter sınırı var mı?
-Karakter var mı?
-Haklısın. Yok.
-Ne diyelim?
-Şöyle diyelim:
Şimdiye  dek zamana gözümü bir iğne deliğine uydurup bakmamıştım hiç. Hangi odadaysam zaman oranın deliklerinden sızıyordu çünkü. Delik bırakmak istemediğimde içeri girmesin diye zaman, gövdemin delik deşik olduğunu gördüm. Anladım ki bir zaman, bir mekandan büyükmüş.

Bir iğne, dikiş dikmekten başka, zamana bakmaya yarar. İçinde siyahın ve mavinin tüm sızıntıları, içinde bir sevgili, içinde küçük bir ilk yardım çantası.

Bakış açısı denen şeyin en sınırlı/sınırsız olduğu yer, iğnenin deliğidir. O kadar küçüktür ki ve o kadar zor, gözü uydurup da bakmak ama hele bir bakabilirsen.. Orası bulunduğun dünyadan başka bir dünyaya açılan kapı. Kapıdır. Evet, kapıdır.

Çocukluğumu bir mezar taşının dibine bıraktığım doğrudur. Ama çocuk olmayı hiç bırakmadım. İğne deliğinden geçen bütün bir arada olma hali bu. Budur. Evet, budur.

Bu bilgelik, bilgelik filan değil. Çünkü ilk kez gözümü iğne deliğine uydurup zamana bakıyorsam, ben yalnızca deneyim sahibiyim. Sahibiyimdir. Evet, sahibiyimdir. Sen benim karşıt maddemsen, ben de senin karşıt maddenim. Bu nereden baktığına göre değişir. Üstelik amuda kalksan da, kalkmasan da hakikat aynıdır Obsesifos.

-Havalen bu şekilde gönderildi. Başka yardımcı olabileceğim bir şey var mı?
-Buradan çıktıktan sonra neyle karşılaşacağımı söyler misin?
-Ağaca uğradın sanırım?
-Evet.
-Kapıdan çıktıktan sonra sol yanına dönersen, orada bir bahçe var. Büyükçe bir evin bahçesi. Orada sana iyi gelecek şeyler bulabilirsin?
-Ne gibi şeyler?
-O kısmı sana ait.

Birinci Meclis: Üçüncü Parsel

‘olmamışlığın iki kere türevi'

 -Obsesifos!
-Sana yine geleceksin demiştim.
-Ben yine ağacın orası sanmıştım.
-Meditasyon bitti. Biraz dinlenmek için buradayım.
-Burası senin mi bahçen?
-Havaleni aldım.
-Üstü kalsın.
-Hayır. Bugüne dek üstü kalan hiçbir şey olmadı bende. Şimdi de olmayacak. Sor demiştim sana. Sorduğun her sorunun cevabı burada, bende.
-Her sorumun cevabını bulursam eğer, yaşamak anlamsızlaşmaz mı?
-Bir yanılgıdasın.
-Nasıl?
-Hayat, sorularına doğru cevapları aradığın bir süreç değildir.
-Nedir öyleyse?
-Sorularından emin olma. Sorularından emin olmak, düşebileceğin en büyük yanlıştır. Doğru diye kabul ettiğin sorulara cevap değil, apaçık ortada olan cevaplara doğru sorular aramalısın.
-Doğru sorular.
-Hayat, cevapları değil, doğru soruları araman gereken bir boşluktur.
-Hayat bir boşluk mudur?
-Değil midir?
-Boşluktur.
-Öyleyse ne yapmak lazım?
-Bilmem?
-Akarken doldurmak lazım, zamanı.
-Senin için söylemesi kolay tabii.
-Her zaman değil. Zaman zaman. Unutma, ben de yarı zamanlıyım.
-Sen benim alt bilincimdin hani? Yani ben içten içe part time, Kongo tanrısı mıyım şimdi?
-Alt bilincin bensem, tanrı benim. Sen benim gönderdiğim elçisin ancak.
-Sen kalan zamanlarında ne yapıyorsun peki?
-Ev işleri.
-Ev tanrısısın yani?
-Hayır, ben eve iş getirmeyi sevmem. Evin kendi işleri var. Bulaşık, çamaşır filan.
-Hiç kimseye anlatamadığım rüyalarım var. Geçen gün yine gördüm. Kapısının biri tarafından zorlandığı metruk bir evdeyim. Ağzımdan kan geliyor. Arka odadan gelen seslerini duyuyorum. Yardım istiyorsun benden. Zamanım çok az hissi var. Kapı zorlanıyor. Kapı açıldığında beni neyin beklediğini, kendimi ve seni nasıl koruyacağımı bilmiyorum. Korkuyorum. Kısılmış bir sesle ağladığını duyuyorum. Bulunduğun odaya giden koridorun üzeri camla kaplı. Ağlayarak diyorsun ki karıncalar için kırdım o camları. Annem reçine gönderdi, yapıştırdım yere. Karıncalar gelmesin diye. Bu senin hatan mı değil mi bilemiyorum. İçimi bir korku daha kaplıyor. Vazgeçmek de mümkün ama yapamıyorum. Sürekli çenem kaşınıyor ağzımdan gelen kan yüzünden. Çenemi kaşıyorum sürekli, ağzımdan gelen kan yüzünden.
Geçtim o kırık camların üzerinden. Basıp geçtim. Ayaklarım yandı, tabanlarım, kesik yanığı. Kesiğin sebep olduğu yanık yüzünden terledi ayaklarım. Çığlık atıp bağırmaya çalıştım. Kan boğazıma doldu. Akan kanı hiç göremedim biliyor musun? Seni de beni de kimse kurtarmaya gelmedi. Ben seni koruyamadım.
-Biliyorum. Koruyamadığın bendim nihayet. O rüyada beraber rol aldık.

(yum)

İkinci Meclis: Üçüncü Parsel
‘Mozambik’li Kurbağalar'

-Doğru soru neymiş peki?
-Onu söylemedi.
-Peki sonra sen cevapları almadın mı?
-Dediğim gibi, cevapların bir anlamı yokmuş?
-En azından, şu an kafana takılan meseleleri çözmene yardımcı olurdu. Onun için dedim.
-Savaştığın şeylerin hiçbir önemi yok. Aslında tek savaş ya da tek gerçek savaş, kendinle olan savaş dedi.
-Yani o, senin düşmanın mı?
-Ben kendimin düşmanı mıyım?
-Belki de doğru sorulardan birini bulduk?
-Olabilir.
-O’na söylemek istediklerini söyledin mi, sormak istediklerini sordun mu peki?
-Hayat. Bir şeyler sürekli değişecek ve yeni şeyler söylemek isteyeceğim. Aslında istediklerim hep değişiyor ama istemediklerim hep aynı. Beni ben yapan şey, istediklerimden çok istemediklerimin toplamı.

Sen bu hayata sonradan eklendin. Sen bir eklemesin. Ben hayatım boyunca savaşlar kumanda ederken, sen benim kazandığım zaferlerdin. Hem de yenilgilerim. Sen öldürdüğüm askerlerdin. Hem de ölen askerlerim. Obsesifos Bipolarus! Sahip olduğun bilgelik ve delilik, benim savaşırken ve kazanırken, eksilirken ve artarken ve elbette yenilirken defalarca, seni gözlerimden damıtarak kalbime itfaiye eri yapmamdan başka bir şey değil.

Benden başka seven var mı seni? Amuda kalk ve öyle ver cevabını.

(yum)


 

Bu blogdaki popüler yayınlar