UYUMSUZ MEKTUP-2
Dost'a..
Şimdi nereden başlamak lazım? Aslında nereden başlayacağımı hiç bilemedim. Belki de bu yüzden başlangıçlar benim değil. "Son"lara daha bir teşneyim. Gerçi kime anlatıyorum.
Şöyle demeli bence: "hu vi ar, vat vi did, vat vi ken du." Evet evet, bu sözle başlamak gerek. Ki bilirsin, bir bu söz, bir de İzzet Altınmeşe. İkisi arasında tercih yapamıyorum. Çok çaresizim ulan.
Biliyorum, bir ısırgan yaprağıyla ovalandı yüreğin. Kıpırdadıkça yanacak. Yüreğin, sıkıştı kaldı o sert dalgayla dalgakıranın arasına. Elimi uzatamıyorum. İçimden sana "bırak amına koyim, boşver" demek geliyor ama işin kötüsü ne biliyor musun, diyemiyorum.
Şimdi sana anlatacaklarımı okurken arkada sepya bir flu odada bir insan evladı sessizce bale yapıyor tamam mı? Lütfen bak. Allah adı veriyorum: El Şâfi.
Kasım. Kaçar gibi gittiğim yere gelmişim yeniden. yerler vıcık vıcık, yerler soğuk. Çantamı bıraktığımdaki görüntü çok taze hala: kafası tamamen tepeye çevrilmiş bir masa lambası yerde (ki senin olayın bu zaten, yer lambası olsa o da tavanda olurdu.) hemen bitişiğinde Gönül'ün işleri, oda nasıl biliyor musun, boya kokuyor. Her yerinden yaşanmışlık akıyor o masanın, üzerinde az önce sevişilmiş gibi, dağınık ama huzur veriyor. Çay diyorum oğlum, çay! Sesini çıkarmadan alt kata çay demlemeye gittiğinde Gönül'e sarılıyorum sımsıkı. O parmaklıklı pencerede deniz. Ben hiç gitmemişim gibiyiz.
Gece yarısına doğru geçerken uğrayan o göt oğlanı, neydi adı, Fante'yi tanımadan Palahniuk güzellemesi yapan salak; ağzının payını verdikten sonra Martin Esslin her yolun kendisine çıktığı adamdır deyip gülerken sandalyeden düşürmüştün beni. Adamı kovarken geçirmeye bile gelememiştim omur soğanım zedelendiği için, sen yeterince geçirdin diye de önemsememiş, gülmeye devam etmiştim. Ulan ne adamsın. Yeşil şarap. Şarap kurusu. Ve kafalar milyor oğlu milyorken Cihangir'in ortasında bana scooter'ınla nasıl buzdolabı taşıdığını ispat etmeye çalışman. Tabii buzdolabıyla da. Ben kabul ediyorum "Hasinktir ordan" demem seni biraz yanlış motive etti ama yine de gazıma kolay geliyorsun haydi, sen de bunu kabul et :)
Bir tokat at desen zamana, bunu atardım. Geçerse geçsin eşşoğlusu, Elinden gelir mi bunları olmamış kılmak? Bir toka tak desen hayata, o başka. Bırak dağınık kalsın derim . Her teli de bir kuytu bulsun, saçılsın. Kimi teller de makarnalara girsin, maksat pislik olsun :)
Seni tanımlamak için söylediklerim, eşyada senin dışında kalan her şeyi daha rahat anlatabilmek için sana bir sınır çizmekten ibaret. Mahalle baskısı değil de işte bu darlanmışlık beni kudurtuyor.
"Sen." Aslında senin dışında olan her şeyi anlatan en kısa yoldur. Sen olmayan ne varsa, o kelimenin içindedir çünkü. Ölüm gibi. İçinde ölüm olmayan ne varsa olduğu için ölüm, içinde yaşanmışlık olduğu için, hayat ve hareket olduğu için ölüm. Sevmek olduğu için. Can acısı ve usanmak. Bizim ölüm dediğimiz o şey, içinde koskocaman yaşamak olmasaydı inan bana hiç koymazdı. Hayata yanıyoruz yani. Üzüldüğümüz şey yaşamak aslında.
Bir bebek doğdu o gün. Dokuz günlük oldu bile. Onu da bir hayat acısıyla büyütüyoruz farkında olmadan. Ölüme değil dostum, farkında olmadan yaşamanın kendisine yanıyoruz. Tabii kafalar kara tren lokomotifi. Bırak arkadan gelen vagon olsun. Gelmeyenin de canı sağolsun.
Bebek büyürken, hepsine tanıklık edecek. Zaman, hepimiz için bitecek. Aslında o bitene kadar hepimiz zamana ait.
Beni boş geç, ben hiçbir zaman, hiçbir zamana ait olamadım.
a, durduğu zamanları saymazsak zamanın.
Şimdi Estas Tonne dinlemek gerek :)
Ama şiirlerim. Şiirlerim var daha. Sana istediğin zaman geri dönmek üzere benden yana süresiz izin. Ama unutma. Şov mast goon. Bir de bakmışsın ki yaşamak, zamana vurduğumuz mühürmüş. O halde en büyük, en dolu yaşayan kimse, tanrı o. Benim tuğram hazır:
Ceddi dedesi,
Nesli babası,
Alt soyu teyzesi,
İdiotis Retardos oğlu,
Kompulsifis Travmotikos oğlu,
Obsesifos Bipolarus.
Şimdi nereden başlamak lazım? Aslında nereden başlayacağımı hiç bilemedim. Belki de bu yüzden başlangıçlar benim değil. "Son"lara daha bir teşneyim. Gerçi kime anlatıyorum.
Şöyle demeli bence: "hu vi ar, vat vi did, vat vi ken du." Evet evet, bu sözle başlamak gerek. Ki bilirsin, bir bu söz, bir de İzzet Altınmeşe. İkisi arasında tercih yapamıyorum. Çok çaresizim ulan.
Biliyorum, bir ısırgan yaprağıyla ovalandı yüreğin. Kıpırdadıkça yanacak. Yüreğin, sıkıştı kaldı o sert dalgayla dalgakıranın arasına. Elimi uzatamıyorum. İçimden sana "bırak amına koyim, boşver" demek geliyor ama işin kötüsü ne biliyor musun, diyemiyorum.
Şimdi sana anlatacaklarımı okurken arkada sepya bir flu odada bir insan evladı sessizce bale yapıyor tamam mı? Lütfen bak. Allah adı veriyorum: El Şâfi.
Kasım. Kaçar gibi gittiğim yere gelmişim yeniden. yerler vıcık vıcık, yerler soğuk. Çantamı bıraktığımdaki görüntü çok taze hala: kafası tamamen tepeye çevrilmiş bir masa lambası yerde (ki senin olayın bu zaten, yer lambası olsa o da tavanda olurdu.) hemen bitişiğinde Gönül'ün işleri, oda nasıl biliyor musun, boya kokuyor. Her yerinden yaşanmışlık akıyor o masanın, üzerinde az önce sevişilmiş gibi, dağınık ama huzur veriyor. Çay diyorum oğlum, çay! Sesini çıkarmadan alt kata çay demlemeye gittiğinde Gönül'e sarılıyorum sımsıkı. O parmaklıklı pencerede deniz. Ben hiç gitmemişim gibiyiz.
Gece yarısına doğru geçerken uğrayan o göt oğlanı, neydi adı, Fante'yi tanımadan Palahniuk güzellemesi yapan salak; ağzının payını verdikten sonra Martin Esslin her yolun kendisine çıktığı adamdır deyip gülerken sandalyeden düşürmüştün beni. Adamı kovarken geçirmeye bile gelememiştim omur soğanım zedelendiği için, sen yeterince geçirdin diye de önemsememiş, gülmeye devam etmiştim. Ulan ne adamsın. Yeşil şarap. Şarap kurusu. Ve kafalar milyor oğlu milyorken Cihangir'in ortasında bana scooter'ınla nasıl buzdolabı taşıdığını ispat etmeye çalışman. Tabii buzdolabıyla da. Ben kabul ediyorum "Hasinktir ordan" demem seni biraz yanlış motive etti ama yine de gazıma kolay geliyorsun haydi, sen de bunu kabul et :)
Bir tokat at desen zamana, bunu atardım. Geçerse geçsin eşşoğlusu, Elinden gelir mi bunları olmamış kılmak? Bir toka tak desen hayata, o başka. Bırak dağınık kalsın derim . Her teli de bir kuytu bulsun, saçılsın. Kimi teller de makarnalara girsin, maksat pislik olsun :)
Seni tanımlamak için söylediklerim, eşyada senin dışında kalan her şeyi daha rahat anlatabilmek için sana bir sınır çizmekten ibaret. Mahalle baskısı değil de işte bu darlanmışlık beni kudurtuyor.
"Sen." Aslında senin dışında olan her şeyi anlatan en kısa yoldur. Sen olmayan ne varsa, o kelimenin içindedir çünkü. Ölüm gibi. İçinde ölüm olmayan ne varsa olduğu için ölüm, içinde yaşanmışlık olduğu için, hayat ve hareket olduğu için ölüm. Sevmek olduğu için. Can acısı ve usanmak. Bizim ölüm dediğimiz o şey, içinde koskocaman yaşamak olmasaydı inan bana hiç koymazdı. Hayata yanıyoruz yani. Üzüldüğümüz şey yaşamak aslında.
Bir bebek doğdu o gün. Dokuz günlük oldu bile. Onu da bir hayat acısıyla büyütüyoruz farkında olmadan. Ölüme değil dostum, farkında olmadan yaşamanın kendisine yanıyoruz. Tabii kafalar kara tren lokomotifi. Bırak arkadan gelen vagon olsun. Gelmeyenin de canı sağolsun.
Bebek büyürken, hepsine tanıklık edecek. Zaman, hepimiz için bitecek. Aslında o bitene kadar hepimiz zamana ait.
Beni boş geç, ben hiçbir zaman, hiçbir zamana ait olamadım.
a, durduğu zamanları saymazsak zamanın.
Şimdi Estas Tonne dinlemek gerek :)
Ama şiirlerim. Şiirlerim var daha. Sana istediğin zaman geri dönmek üzere benden yana süresiz izin. Ama unutma. Şov mast goon. Bir de bakmışsın ki yaşamak, zamana vurduğumuz mühürmüş. O halde en büyük, en dolu yaşayan kimse, tanrı o. Benim tuğram hazır:
Ceddi dedesi,
Nesli babası,
Alt soyu teyzesi,
İdiotis Retardos oğlu,
Kompulsifis Travmotikos oğlu,
Obsesifos Bipolarus.